“Durma, koş!” LordWalter son gücüyle bağırıyordu. Celon nehrinin, taşan sularının vurarak ıslattığı, rengi git gide kararan bir kayanın üstüne çıkmıştı. “Küçük Gelion’u buradan görebiliyorum. Doğuya doğru gidersek Büyük Gelion’u bulup oradan Rerir dağlarına ulaşabiliriz. İşte o zaman biraz rahatlarız” dedi. Eliyle sisin içinde zar zor seçilen dağları gösteriyordu. Ulaşılamayacak gibi uzaktı ve çok yorgunduk.
Elf peksimetlerinden kalan son dilimleri yerken aniden, LordWalter’ın kafasını sıyıran bir ok, kayaya çarparak parçalandı. “Düşmanlar!” dedi. Sadece baltalarımızı alarak koşmaya başladık. “Bunlar swarg sesleri, koşmayı bırak atımız olsa bile kaçamayız, bir yer bulup saklanmalıyız.” dedim. Biraz ileride terk edilmiş bir kulübe duruyordu. Koşarak içine girdik, kapının arkasına sırtımızı dayayıp, nefes nefese ölümü bekliyorduk. Düşmanlar ölümcül binek kurtlarıyla, tahta evin etrafında tur atıyordu, bir açık arıyorlardı. “İki seçeneğimiz var, ya çıkıp teslim olacağız ya da çıkıp onlara Hane 10’un gücünü göstereceğiz. Boyun eğerek yaşacağımıza ayakta ölelim daha iyi! Kaybettiklerimiz için, sevdiklerimiz için, kahramanlar için, Hane 10 için!” Kapıyı açarak dışarı fırladık.
Fakat gördüğümüz manzara bizi öyle şaşırtmıştı ki, bir şey söyleyemiyorduk. O elindeki Anduril’i havaya kaldırdı ve son düşman askerinin kafasına indirdi, havaya kanlar saçarak düşen düşman askerinin kafası ayaklarımızın dibine düştü. Arkasında büyük bir ordu vardı fakat biz hala tepki veremiyorduk. “Dönmüşsün” dedim.
Karşımızda gördüğümüz kişiyi, parlak siyah zırhının önünde duran Gondor’un ak ağacından, atının üstünde adeta bir yenilmezi andıran duruşu ve kuzeyden esen rüzgarın dalgalandırdığı kırmızı pelerininden ve elindeki Anduril’den tanıdık. Dönen; furkanbogoclu idi, korkusuz liderimiz tekrar aramıza katılmıştı. Kılcını kılıfına geri koyduktan sonra, bana döndü:
“Döndüm, yokluğumu fırsat olarak görenler için döndüm. Bu daha başlangıç.” dedi.
Yazan : The Balrog