ÖLÜM
Martı cıvıltılarının gölgesinde yol alan baharat gemileri, güneşli sabahın erken saatlerinde sakin sakin limana yaklaşıyordu. Pazarların kurulduğu rıhtımda insanlar güvenin verdiği neşeyle dolaşıyorlardı. Balıkçılar umutla ve sabırla bekliyorlardı, bahçelerden gelen taze elma kokusu, temiz havada insanın içini huzurla dolduruyordu. Gün daha yeni başlıyordu ve keşke her şey anlattıklarım kadar güzel olsaydı…
Hızla açılan kapı sesi ve ardından içeri giren, zar zor nefes alan er, elinde tuttuğu parşömeni sallayarak, sessiz sohbeti bozup tüm dikkatleri üzerine çekti. attillathehun yerinden hızla kalkıp erin yanına gitti. Er nefesini topladıktan sonra ” Efendim, erenaksoylu beni, bu raporu size ulaştırmam için gönderdi.” attillathehun raporu eline aldı, kenarlarından tutarak açtı ve okumaya başladı. Okudukça gözlerindeki sevinç yüzüne vuruyordu.
“Merkez ilimiz olan Trabzon’da bulunan son yeşil miğfer de gövdesinden ayrılmıştır. Kara kapılar ardındaki güç artık açığa çıkmaya, gölge ve alev ağacı yakmak için hazırdır. Yıkım ve ölüm getiren savaş borularımız, belimizdeki kılıçlar ve kalkan parçalayan mızraklarımız, düşmana bilenmektedir. Günü karartacak oklar, taş üstünde taş bırakmayan mancınıklar ve korkusuz süvarilerim, yeşili siyaha, toprağı kana bulamak üzere yoldadır.”
Raporu okumayı bitirdikten sonra merdivenleri hızla çıkan attillathehun hızla taht odasına yöneldi. Demir kapıyı, yavaş ama güçlü bir şekilde itti. İçeri girdiğinde Mareşal furkanbogoclu’yu taht odasının balkonunda buldu, balkon tamamen açık değildi, parmaklıklar ve desenler görüş açısını kısıtlıyordu. ” erenaksoylu’dan savaş çağrısı var.” parşömeni furkanbogoclu’ya uzattı. Mareşal arkasını döndü, yüzünden düşünceli olduğu belliydi, sanki ona değil de bir boşluğa bakıyor gibiydi. Raporu eline aldı, okudu ve ” Hazırlıklar başlasın, harekete geçiyoruz.” dedi.
Tam üç gün içinde Hane 10 tarihinde görülmüş en büyük ordu, kara kapıların arkasında toplanmıştı. Tüm ihtilaf liderleri güçlü savaşçılarını çağırmıştı. lakorpa’nın hedef ıskalamayan okçuları, erenaksoylu’nun durdurulamaz atlı süvarileri, meminblc’nin yıkıcı öncüleri, M_E_H_M_E_T’in engel tanımayan mancınıkları ve daha niceleri…
Kalabalık gittikçe artıyordu, son çalan savaş borusuyla gelen, kırmızı üstüne siyah kartallı sancağı taşıyanlar tüm kalabalığı selamladı. Gelenler spyofthegod ve PegasusPOWER’dı, İstanbul ve Edirne’de gösterdikleri başarılar ve savaşçı kişilikleriyle tanınırlardı. Mordor’un kara kulesi önündeki kalabalık, alanı tamamen doldurmuştu.
Gece kendini sabaha bırakıyordu, güneş kızıl doğuyordu. Kara kapılar gıcırdayarak açıldı, ağır ve güçlükle. Kapıda simsiyah zırhıyla, belindeki Andurille, gümüş miğferi, beyaz pelerini ve elmas zırhlı atının üstünde furkanbogoclu tüm Hane 10’un karşısında duruyordu. Kılıcını yavaşça yukarı kaldırdı. Gözlerindeki alevle, içindeki savaşma arzusu insana cesaret veriyordu. Konuşmaya başladı “Bugün, evet bugün! Ok yağmurlarının altında, kan gölünde savaşacağımız, kalkanları parçalayacağımız, düşman kellelerinden yığın yapacağımız, Marmara’nın Hane 10 sancaklarıyla donatılacağı o gün bugündür dostlarım. Kendi kanında boğulmayı seçen düşmanın pişmanlığı, korku çığlıklarıyla sönecek. Mızrak savrulacak, ağaç yakılacak, kanlı bir zafere, ölüme, ileri!”
Yazan: The Balrog