O gün öyle sessizdi ki, sağır olduğunuzu düşünebilirdiniz. Kimse konuşmuyordu, tek bir ses bile çıkmıyordu, kuşlar bile cıvıldamadı, o sabah güneş, isteksiz doğdu…
Elimizden bir şey gelmiyordu, gözyaşlarımız süzülürken kara toprağa. Mor güllerin yaprakları yağıyordu üzerimize fakat bu bir kutlama değildi, bahar yerini sonbahara devrediyordu adeta. Bu bir vedaydı. Tüm savaşçılar kılıçlarını yere saplamış, elleri iki yanda tek dizlerinin üstüne çökmüşlerdi, yüksek sur ile binalar arasında bir geçit oluşturmuştuk. Kimsenin kafasını kaldıracak hali yoktu çünkü o manzarayı görmek istemiyorduk. Tüm dünyayı taşırcasına ağır ağır ilerliyordu tabut, son bir kez selamlıyordu herkesi sıra sıra. Üzerinde beyaz bir kılıç vardı, altında ise şanlı Hane 10 bayrağı seriliydi, bembeyaz yolda bir gölge gibiydi, asla kaybolmayacak, unutulmayacaktı. İçindeki kişi gördüğüm en güçlü savaşçılardan biriydi, Eskişehir’in eski valisi meminblc’nin ağırlığı sol omzumdaydı, geride bıraktıkları ise bir omuzun kaldırabileceğinden fazlaydı…
…
Gece mi daha karanlıktı yoksa onlar mı? Tartışılır ama o güne kadar masalların ve efsanelerin gerçekliğine tanıklık etmemiştim. Size her şeyi baştan anlatacağım.
Bursa’ya yapılacak büyük saldırı için, il sınırında birçok kamp kurulmuş, saldırı için gece bekleniyordu. O gün dolunay vardı, herkesin içinde bir huzursuzluk vardı ama kimse ne olduğunu bilmiyordu, ne olacağını da. Büyük bir ateş yakılmış, bir bölük hariç kalanlar ateşin etrafında toplanmıştı, destansı korku hikayeleri anlatılıyor, gecenin verdiği ürpertiyle arada ormana bakıyorduk. Aralarında en iyi gungor anlatıyordu: “ Derler ki, bir gün köylüler ormanın içinden çığlıklar duymuş, meşale ve tırmıklarıyla oraya ilerlemişler. O gece dolunay varmış, ona rağmen orman karanlıkmış, çünkü ağaçlar uzun ve sıkmış. Köylüler sesin geldiği yöne doğru ilerlerken, kurt ulumaları ormanın her tarafından gelmeye başlamış, birden hırıltılar, koşma, tırmanma sesleri etraflarını sarmış, ne yapacaklarını şaşırmışlar, nereye gideceklerini, orada neyin olduğunu, her şeyi unutmuşlar, tıpkı birer av gibi hissetmişler. Bir süre daha donuk şekilde beklemişler, aralarında yaşça genç olan tırmığını sıkıca tutup sesin geldiği yere doğru ilerlemeye başlamış, çalıların arasında parlayan bir şey dikkatini çekmiş, ona doğru ilerlerken ayağı takılmış ve tökezlemiş. Dikkatle incelediklerinde yerde duranın yeşil pelerinli bir asker, parlayanın da onun zırhı olduğunu anlamışlar, askerin boynunda yara izleri ve üzerinde de bir çok pençe izi varmış fakat bu kadar yaraya rağmen hiç kan yokmuş. O günden sonra köylüler o ormana ‘Kara Orman’ adını vermişler ve bir daha oraya hiç girmemişler…” Tesadüf müydü bilmiyorduk ama o gece kurtlar sabaha kadar uludular, dolunay yerini devrederken kızıl güneşe.
Yazan: The Balrog