“Bu tam bir saçmalık! Daha fazla dinlemek istemiyoruz!” Bağırarak ayağa kalktı konsey üyelerinden biri, ardından birkaçı daha kalktı ve itiraz edip bağırmaya başladılar. “Orduları öylece alıp gidemezsin! Şehirlerimizi kimler savunacak? Çiftçiler mi? Köyün delileri mi yoksa birkaç şövalye mi?”, “Gerekirse evet!” diye tüm hiddetiyle bağırdı Doğu Anadolu’nun valisi PegasusPOWER. Siyah zırhını kuşanmıştı, pelerini her zamanki gibi kıpkırmızı, kılıcı parlaktı, sanki bir yolculuğa hazırlanmış gibiydi. “Gerekirse kılıçlarınızı kuşanıp siz de savunacaksınız. Günlerce, aylarca hatta yıllarca savaş bölgesinde kalıp, kanının son damlasına kadar bizim için savaşan prensler, dükler; ailelerinden, dostlarından, evlerinden uzakta, zifiri karanlıkta, yakıcı güneşte, donduran soğukta, yıldıran rüzgarda, durmadan, vazgeçmeden, geride bıraktıkları uğruna canını vererek nasıl savaşıyorsa siz de öyle savaşacaksınız!” Tüm salon sessizliğe büründü, itiraz edenler yavaşça yerlerine oturdular. Olduğu yerden, salonun ortasına doğru yürüdü ve etrafı incelemeye başladı, insanları da. Bembeyaz, yaprak işlemeli duvarlar, altın kaplamalı avizeler, gri ve pürüzsüz mermerden oluşan bir taban. Tahta, gittikçe yükselen ve geniş koltuklar sıra sıra dizilmişti. Konsey ise genellikle savaşamayacak kadar yaşlı veya savaştan çok diplomasiyi seven kişilerle doluydu. Aralarında bilgili olanlar da vardı, bu işi halkın daha kaliteli ve refah bir yaşam sürmesi için yapanlar. Salonun tam ortasına doğru yürüdü ve en büyük avizenin ortasında durdu. Beklenen soruyu sordu “Kimler benimle?” Yaşlı konseyden tabii ki de kimse savaşa katılmayacaktı fakat büyük orduların aynı anda harekete geçirilmesi ve tek bir elde toplanması için üyelerin onayları gerekliydi. Tüm salon sol elini oy vermek için kaldırdı ve sağ elini kalbinin üstüne koydu. Konuşmasının başından beri yüzü ciddiyetle kaplı PegasusPOWER biraz gevşedi, selamını verdi ve hızla salondan ayrıldı, demir kapıyı geçip sola dönünce önüne geniş ve uzun bir koridor çıktı. Tabanı kırmızı halıyla kaplıydı, sağ ve sol taraflarda, sütunların arasına kronolojik sıraya göre, eski liderlerin zırhları ve kılıçları dizilmişti. Koridoru geçtikten sonra arka bahçede bağlı bekleyen atına bindi, dağ yoluna giden, çalılarla belirlenmiş toprak yoldan tırmandı zirveye, gittiği yeri halk korku hikayelerinden tanıyordu. Kahin’in tapınağına az sayıda ziyaret yapılırdı ve hepsinin de bir bedeli vardı. Atını girişteki, mermer kapının yanına bağladı. Kapının üstünde garip yazılar vardı, yanlarında duvar veya herhangi bir çit yoktu, geleneklere göre ziyaretçiler içinden geçmeliydi. PegasusPOWER geleneğe uydu ve kapıdan geçti fakat arkasında bir şey bırakmış gibi hissediyordu, kapıdan geçemeyen ve onun göremediği. Yüksek sütunların arasından birer birer geçti, kahinin tahtına doğru ilerliyordu fakat aniden bir mızrak yolunu kesti, ensesinde de bir balta hissetti, hareket ettiği anda boynunu kafasından ayırmak için bekleyen. Onun bu sınavı bekleyecek vakti yoktu, dolunaya 2 gün kalmıştı. Acele etmesi gerekiyordu fakat muhafız sözlerine çoktan başlamıştı. “Tek bir adım atarsan, ölürsün. Buraya gelme sebebini kimliğinle birlikte açıklığa kavuştur.” PegasusPOWER daha sözlerine başlamadan, tahtına ne zaman oturduğunu kimsenin görmediği, beyaz uzun elbisesiyle kahin konuşmaya katıldı “Bırakın, kim olduğunu biliyorum, neden burada olduğunu da. Sana her şeyi açıklamak isterdim lakin vakit yok. Arkanda duranlar, herhangi bir haneye bağlılıklarını bozarak beni korumaya yemin eden muhafızlarım Artimenner ve hayzenberg93. Onlar ile birlikte savaşın olduğu şehre gideceksin, kaderi değiştirmek için.”
…
“Uyanın! Geliyorlar sizi uyuşuklar uyanın!”sözleriyle yatağımdan fırladım, içgüdüsel olarak kemerimi belime bağladım, kılıcımı kınına geçirdim, zırhımı kuşandım, çadırın girişini biraz aralayıp olan bitene baktım, elinde sönmüş meşale tutan bir keşif eri koşarak çadırların arasından geçiyor ve aynı sözleri bağırarak tekrarlıyordu. Konunun ciddiyeti, elindeki meşalenin yanmadığını fark edemeyecek kadar acele etmesinden anlaşılıyordu. Dışarıya çıktım, dün gungor’un anlattığı hikayeler hala düşüncelerimi etkiliyordu. Düzen alanına doğru ilerledim, tüm ordular ip gibi sıraya dizilmişti. Meşaleler alanın dört bir yanına sırayla yerleştirilmiş, her birliğin başında lideri bulunuyordu. Ormandan ilerleyecek furkanbogoclu ve özel askerleri, atlılarıyla düşmanı darmaduman edecek sabriii37 ve atlı birlikleri, halk tarafından “ Islık sesiyle gelen ölüm” olarak adlandırılan lakorpa’nın okçuları ve insan boyunda kalkanlarıyla düşman mızraklılarının üstüne korkusuzca yürüyen Mete han’ın kılıçlı askerleri. Hepsi hareket borusunun kalın sesiyle, onları öldürmek isteyecek okların, yanan kayaların ve savrulan kılıçların üstüne yürümeye hazırlardı.
Yazan: The Balrog